13 Kasım 2010 Cumartesi

Kaosun orta yerinde bir küçük çocuk...

fırtına vardı o pazar akşamüstü alacakaranlığın yüz tuttuğu kızıllıkta, çatılar uçuşmaktaydı etrafta, korku vardı içine çektiğin her solukta... gökyüzü yarılıyordu sanki her şimşek çaktığında, yağmur çoktan sel olmuştu, akıyordu ayaklarımın altından, sokağın orta yerinde duran çocuğu farkettiğimde...
bir çocuk duruyordu orada, oracıkta, kaosun ortayerinde, bana bakıyordu hiç kırpmadan gözlerini, içime aktı çocuk, o oldum...
ıslaktı saçlarım yüzüme dokunan, yandı birden alev aldı dokununca, ellerimin olduğu yerde alev vardı artık, gözlerim hiç bu kadar keskin olmamıştı hayatım boyunca, hiç kalbim bu kadar hızlı çarpmamaıştı, hiç ağlamamıştım sanki o ana kadar, çocuktum artık, ağladım...
ürkek adımlarla yaklaştım yerde yatan eski BEN'e, ne kadar da yabancıydı yerde yatan kadın, ben olamazdım bu yorgun ve durgun, ifadesiz yüzün sahibi, oysa az önce değil miydim? saçlarımı okşadım eğilip, kuruydu akan suyun ortasında, yağmur hiç dinmeyecek gibi yağıyordu ama tek damla bile değmiyordu yerde yatan bedene, ama benim saçlarım sırılsıklamdı, damlalar süzülüyordu uçlarından, her damlada bir hüzün düşüyordu suya, tek tek akıtıyordum siyahımı, neden sonra arındı çocuk, artık beyazdım... yağmur yağıyordu, ben ağlamıyordum artık, çocuk gülümsedi, gülümsedim...
yürümeye başladım sokağın ortasından, zaman gibiydi etrafımdan akıp giden su, susadım, ellerim çok küçüktü artık, dokundum dudağıma, yerindeydi. sardım kollarımı kendime, sımsıkıydı hem de, sıkılmadım, sıyrıldım gerçeklikten, sızıntıydım az önce yerde yatan kadının dudaklarının arasından, son sözüydüm kendimin, kendimdim, BENdim, bilemedim, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm beyazlığıma, arındım...
çocuktum, yenidendim, yenilenen, yenilmeyen yineydim, hiç yinelenmeyendim, sustum...

2006

hiç

hayatta en zor şeylerden birisi de HİÇlik duygusunun önüne geçmeye çalışırken gerçek bir aydınlanma yaşayıp aslında yaşadığınız herşeyin koca bir HİÇten ibaret olduğunun farkına varmakmış... hayat o kadar kısa ve ardı görünmeyen bir AN ki, her nefes alınan dakika hem herşey hem HİÇbirşey ve bunca zor tecrübe varken saatlerin tiktaklarında, O'nunla yaşanan her ANın özel olduğuna bu kadar ikna olmuşken en son havada asılı kalmış gülüşün, kapının çarpılma sesini duymak burkuyormuş insanın yüreğini... sızlatıyormuş ruhunu, hem de daha önce HİÇ sızlatmadığı kadar... aslında HİÇ aynı şeyleri aynı zamanda paylaşmamış olduğunuzu bu kadar çok şeyi paylaşmışken farketmek hem de uçurumun bir adım ötesindeyken ve artık herşey ve HİÇbirşey için çok geç kalmışken, sarılamıyorsunuz bile kendinize, HİÇ sarılmamışsınız ki daha önceleri, HİÇ duyumsamamışsınız ki sarı rengin aslında matem havası alabileceğini hem de dilinizin ucunda bir şarkı takılı kalmışken bir türlü HİÇbir sözünü hatırlayamadığınız ama HİÇ aklınızdan çıkmayan... HİÇbirşey insanın kendi HİÇliğinde boğulmasının sarhoşluğunu hissettiremiyormuş, anladım, anlatıldım, anlatamadım ama anlamlandırıldım hem de HİÇ anlaşılamamışken... HİÇ kalıverdim herşeyin orta yerinde, korkuyorum...
HİÇ birini en son buradan geçerken gördünüz mü? ben HİÇ görmeseydim...

2006

Ben'dim...

Günler değil miydi diğer günleri kovalayan,
ve saatler değil miydi her anı bir diğerinden uzaklaştıran?
Sen değil miydin gözyaşlarımı alev almış parmak uçlarıyla silip,
en son, gözlerimin en derinine bakan?
Hayat değil miydi beni bunca zamandır acıtan,
safran kokan sarı bakışları ile her düşüşümde arkamdan sırıtan?
Ben değil miydim simsiyah kendimi bembeyazlara sarmalayan,
kızıla dönen kefenimi yırtarcasına sessizliğe bürünen?

Ben'dim...

07.05.2010

soru

Sarsılıyordu sessizlik durduğu yerde,
sessizlik bile sessiz değildi artık,
ağlamaklıydı sanki.
Hep mi böyleydi acaba
dünyanın dönmeye başladığı o ilk andan beri?
Hep mi çığlıklarla başlar ve son bulurdu hayat?
Gözyaşı ilk ne zaman akmıştı,
ilk kirlenmiş insanın pürüzsüz yalanından?
Yoksa hiç kirlenmemiş miydi insan,
hani o ilk nefesinde acıyı tatmış olan?
Ya da bir günah mıydı varoluşu,
bu yüzden miydi hep bu direniş?
yok-tu, yok-luk-tu, yok-sun-luk-tu belki de
tersyüz eden masumiyeti.
Değer miydi?
Ya değseydi?


24.04.2010

I ve II

I.

yüzüne baktı adam kadının,
gökyüzünün derinlerinden çatladı zaman
ve
fırtına
süpürdü adam ve kadın hariç kalbi atan her zerreyi...
uzandı adamın eli kadına,
dokundu...
dağıldı kadının yüzü,
yere saçıldı gözyaşı...
adam
parçalarda kendini gördü,
kadının yırtılmış silüetinde kalakaldı
adam...
saydam bir haykırış sıyırdı boğazını,
az önce yitirdiği kadın,
adamdı...
adam ağladı...

07.12.04

II.

ayrıntılara serpiştirilmiş bir yapbozdu suratı kadının,
her parça tek başına canlı,
anlamlı,
tekdüze...
bütünken evren...
ağlamaklı, puslu bir kış yağmurunun gri dokusu,
herşeyin en ortasında hiçlik duygusu,
bir başına...
az önce yutmuş son sözünü de,
hepten suskun...
kayıp
kadın,
yüzünün dağılmış doğasında...
kendi bile unutmuş gülümsemesinin ucu hangi parçada...
gözyaşı ıslak zaten,
gözleri küskün,
sorgusuz,
yosun tutmuş nehir...
saklamış kadın kendini suratına...

03.01.05

bir şehre...

bir şehir var, öyle bir şehir ki hiç gitmediğin ama hep orda olduğunu bildiğin... bazen yürürken kendi şehrinde, asıl tanımadığın insanların etrafındakiler olduğunu hissedersin, çünkü kapandığında gözlerin senin şehrinin insanları kaplar etrafı, evlerden dışarı çıkarlar, gülümseyerek yanından geçip giderler... onlar senin tanıdığın, senin şehrinin insanlarıdır, sen de onlardan birisindir... ama açtığında gözlerini gri kaldırım taşlarının nemli, buruk kokusu alır seni, çekip çıkarır asıl şehrinin duru deniz kokusundan, hüzünlenirsin... hiç gitmemişsindir belki, ama bilirsin ki orada hep sokakların bittiği yerde deniz başlar, karşı tarafın ışıkları kamaştırır gözlerini denizin dalgalanan yüzeyinden... yürüdüğün şehrin grisi seni de sarmalarken, çığlık çığlığa sessizce yürürsün kalabalıkta, bir noktasındır, oracıkta yok olsan kimsenin farketmeyeceği... oysa orada bir parçasındır, sen olmayınca eksik kalır o şehir, o hiç gitmediğin, hiç yaşamadığın şehir, senin şehrin, ait olduğun şehir...
bir şehrin vardır bazen, birinin seni beklediği, çağırır seni, tanımadığın bir sestir, belki de hiç tanıyamayacağın, birinin dileğisindir belki hiç dilemeyeceğin hem de, bir şehir vardır belki orada bir yerde, buraya ait olmadığında, seni bekleyen, en son rahat uykunu uyumak için uzanabileceğin, gülümseyeceğin, renkleri içine çekip, derin bir nefes alabileceğin, bir şehir, şehrin, senin, sensiz, ŞsEeHnİiRn...

2006

melekler

evet melekler vardır... geceleri gelip üstünüzü örtemezler belki, sizi günaydın öpücüğüyle uyandırıp kahvaltı hazır diyemezler, eve dönüşünüzde en sevdiğiniz yemeği hazırlayıp kumandayı uzatamazlar belki ama onlar vardır...

siz yanlız kaldığınızda yanıbaşınızda durmaktadırlar, hıçkırıklara boğularak ağladığınızda o en son nefes alamadığınız noktada onlar tutar elinizi duyumsayamazsınız, hiçkimsenin olmadığı karanlık yoldan ürpererek yürürken siz değil ama onlar bakıyordur arkanıza başınıza birşey gelmemesi için, geride kalmış sevdiklerinizi düşünüp sızladığında içiniz, onlar da iç çeker sizinle beraber ve bazen gözgöze durursunuz daldığınızda, çağırır etraftakiler ama dönemezsiniz ya hani aniden gerçek dünyaya, işte o an gözünüzün içine bakıyorlardır, siz de onların ama hatırlayamazsınız... evet melekler vardır, hem de her daim yanınızda...

aşklar geçer, dostluklar geçer, nice insanlar, evler, mekanlar, kahkahalar, hüzünler geçer, onlar hep kalır yanınızda, sizinle var olup, sizinle gideceklerdir...

melekler vardır ve hiç incinmezler sizin gibi, sizi de incitmezler diğerleri gibi...

bazen varolan hiç görünmeyendir, dokunamadığın, duyamadığındır ama onun varlığını değiştirmez bu... uzaklık yadsımaktır, yakınsa hissetmek...

peki düşünmek düşleri dönüştürür mü gerçekliğe? ya da gerçeklik nedir düşten farklı? o zaman düşerken düşünsem düşlerim tutar mı beni? ya meleklerim? ellerimi tuttuklarında hızla yaklaşırken sona, gücüm olur mu onları hayatta tutmaya? ağlar mıyım?

evet melekler vardır...

2006

"."

cümlelerin son bulduğu bir an olur,
susarsın,
bakarsın sadece boşluk bile olsa karşı tarafa konuşamazsın,
yüzleşemediğin kendinsindir belki
kendine yoksunluğunda,
ağlayamazsın...
katran karası sürülmüştür göz kapaklarına,
açmak istesen de ağırdır artık bakılan,
göremezsin...
diğerlerinin baktıklarını görüp,
sen olduğunu düşündükleri o ilham perisi
sen değilsindir,
hiç olmayı da istememişsindir,
söyleyemezsin...
sadece bir nokta oluverirsin hayatta bazen,
"bir" diğerinin son cümlesine,
tamamlarsın...
tamsındır
bütünlüğüne benliğinle benzemişsindir
benzeşir, karışırsın "bir"birine
başlarsın yeniden
tam da tükenmenin eşiğindeyken kendine,
artık
çoksundur...

2006

metamorfoz

değişim... değişmeyen tek şey diye bahsedilir kendisinden...
peki o zaman değişen herşey olsa da insan ne kadar değişebilir, hangi noktada asla eğilip bükülemeyecek yanları kalır... neden sever, ağlar, güler, ağladığı, güldüğü, sevdiği herşey değişse de neden o yine aynı şekilde ağlar, güler ve sever... değişmez mi insan, değişemez mi? neden hep inatçıdır, kuralları vardır, inançları vardır sarsılsa da bazı bazı, neden içi burkulur kaç yaşına gelirse gelsin anılarına göz gezdirince sessiz zamanlarda? o zaman değişim nerededir? değişen sadece tutabildikleriyse insanın; bedeni, hoşlandığı nesneler, kadınlar ya da erkekler, evi, arabası, kıyafetleri, cep telefonu, msn listesi gibi; değişmeyen de ruhunun hırçın dizginlenemez her anı ise, değişim ne kadar doğrudur? kimin için, ne kadar, ne zamana kadar geçerlidir? değişim neresindedir insan zihninin beş duyusunun haricinde? zihin değil midir peki hayatı sürdüren, güldüren, ağlatan, en büyük hazları ve kahroluşları anlamlandıran? zihin değişmiyorsa, değişim var mıdır? değişmeyen bir ruhun değişik bir çevrede, değişik insanlarla, değişik tatlarda bulabileceği yine en eski anılarının da gizli olduğu bilinçaltı dehlizleri değil midir? değişik nedir o zaman? yeniyi farklı kılan ilk heyecandan sonra geride kalan artık değişmiş olan eski değil midir? eski olan artık asla değişik olamayacaksa, ama sen zaten hep eski zihninle tek başınaysan, değişimin peşinden gitmek tatmin eder mi seni?
yeni olan ilk dokunuştan sonra daima eski kalacaktır, yeniler ise hep bir adım ötede duracaktır... eski olan ruhuna dokunmuşken, parmak uçlarının izi kalmışken anılarında, yeni olana atılan adımın coşkusu buruk olacaktır her yeni, bir anda dönüşünce eskiye, aslolan sen olacaksın, tek değişmeyen...
hiçbir özelliğini değiştirmek istemeyeceğin birisi olmalı, hiç değiştirmeyeceğin bir iç dünyan ve hiç değiştiremeyeceğin bir dünyan sadece sana ait, anahtarı olmayan kapısını sadece içerden senin açabileceğin, hem de değişen herşeyin tam da ortasında... değişmemek değişkenlerle beraber değişen dünyada devinirken değişik olanlara, hep kalmak öylesine, dilediğin gibi, hayal ettiğin sürece kapatıp gözlerini kaosun orta yerinde tutunduğun bir dal, huzurlu bir bahçe olmalı, hep yanında, sığındığın, sana sığınmış, sana dönüşmüş tek değişiminde, seninle, sen...

05.03.06

tek

parmak uçlarındaydı alev
dokundu kadına ve söndü ateş...
az önce dinmeden akan nehir dondu kaldı gözlerinde
artık karşısındaki "O" değildi...
döndü kadın arkasını,
aldı kendini küçük ellerinin arasına
ve önündeki uzun, dar yolda ilerledi...
uzun uzun bakakaldı adam arkasından,
kadın hiç dönmedi geri,
bakmadı da
ufuk çizgisinde kayboldu,
hiç olmamış gibi...
oysa,
adam ordaydı ve "tek"ti...

07.03.06

spirited away...

okyanusun üzerinde usulca süzülen tren,
içinde en son gözyaşım...
son durağı çoktan geçmiş çırpınışı kalbimin,
gökyüzünü kızıl karanlık sarmış,
uzaklarıma takılı kalmış gözlerim,
puslu...
hüzün kokusu kaplamış etrafı,
soluduğum
keder...
trenin sesi, tiz yalnızlık...
durmuş saatim kaybolmuş elimde...
dünsüz dünyanın, döngüsüne dönüyor, dönüşüyorum denize...
usul usul karışıyorum sulara,
susuzum suyun karnında,
suçsuzum...

15.07.04

bugün

hayata karşı durmak mı zor yoksa vazgeçmek mi? bazen sonun gelmesi için yalvarırken buluyor insan kendini, daha bir nefes öncesinde gülen gözlerle geleceğe dair planlar yaparken hem de... gelecek nedir ki dünden başka bugün geçince? dünün yosun tutmuş bir anı kadar geçerli olduğu bu tiktakların yarışında, yarın hem en uzak hem bir adım... dünü ve yarını yaratan bugün ise hep göz ardı edilmekte, hep hızla geçip gitmesi beklenmekte, oysa bugünden daha değerli ne var ki yaşamın döngüsünde? bugünü gülümseyerek, ağlayarak, coşarak, hissederek, aşık olarak geçirmedikten sonra, bugünün dünü anlamsız, yarını hiç yok... bugün varız belki yarın olmayacağız, dün ise zaten vardık ama artık o an yok, o doğrular, o insanlar, o devinim yok, kendimiz kalıyoruz sadece geriye, gözümüzse hep ilerde... bugün varız ve şu an nefesimizin ılık dokunuşunu paylaşmak gerek, son nefesimiz gibi, hiç sonlanmayacakmış gibi, hep olmuşuz ve olacağız gibi, ama tam olarak bu an için varolmak gerek... bugün, burada, bu dokuyla, büyülenmek, büyümemek, bütünlenmek bütün büyüsüyle zamanın, bugüne dönüşmek... bu-gün...

20.03.06

yaklaşmakta zaman...

zamanı gelmekte artık,
sonun...
sonunun...
sorduğumun...
solduğumun...
elimi uzatsam dokunacak kadar gerçeğime dönüşmüş bir düş,
uzun zamandır en derin uykumun,
çığlıklar atarak uyandırıldığım kabusumun en güzel yeri,
o şehir...
bensizliğinde tek kalmış olan şehir,
beklemekte...
ne şehir haberdar benden, ne ben ondan,
ama geliyorum,
çünkü bekliyor...
avuçlarımın arasında ıslak yüzüm,
gülümsüyorum,
yaklaşıyor zaman...

30.09.06

şiir

çıplak vücuduna baktı kadın
aynanın karşısında,
dakikalar yıllar gibi hızla akıyorken,
durdu an,
gecenin gölgesi
arkasındaki pencerede,
evin tüm ışıkları açık,
kadın çıplak,
ayna derin dehliz,
bakakaldı kadın vücudundaki izlere,
ruhu yutkundu,
susamadı bile
düşerken,
aklı yitti,
kadın yığıldı kendi içine,
aynadaki beden dimdik ayakta,
gölgenin
en son
çıkarken bıraktığı ayak izleri
kirpiklerinin ucunda...

yağmur vardı bir de dışarda,
kadın ağladığında...

28.11.06

Seni Seviyorum

Hayat avuçlarının arasından akıp giderken, arabacı olduğunu bile unutmuş, ipleri çoktan salıvermişsen ve atlar koşuyorsa doludizgin ve sen artık etrafı bile seçemezken, sadece renkler takılırken gözlerine, bir ses duyuverirsin. “O” geliverir.

Nicedir üşümüştür ellerin, gözlerin, kalbin, ısınıverirsin birden, “ılık”tır artık esen rüzgar… dünya durur, dönmez artık, araba yoktur, kayıvermiştir altından, atlarsa çok uzaktadır, başkalarını sürüklemektedir, sen “O”nunlasındır. Zaman, mekan ve tüm kavramlar silinmiştir. Kalbinin sesini duyarsın sadece, saatler önemini yitirmiştir, karnın acıkmaz, uykun gelmez, kayıptır uykuda “O”nsuz geçirilen dakikalar, engel olamadığın bir gülümseme vardır yüzünde, hem herkes görsün istersin, hem yüzün kızarır kiminle göz göze gelsen. “Aşıksındır.”

Sanki “O” geldiğinde hayata gelmişsindir, hatırlamazsın öncesini, umurunda bile değildir ne olduğu, olacağı, unutuverirsin kendini, artık “O” vardır, olabilecekler vardır. Sevinçler vardır, hüzünler vardır, özlem vardır, tutku, direnç, sabır, savaş, saygı vardır. “O” vardır. Uzun zamandır sadece “ben” varken, artık “biz” oluvermiştir lugatında, buna da alışırsın nasılsa, çünkü “O” vardır artık, bir de rüzgar çok “ılık” esmektedir, karşı koyamazsın.

Beklentiler askıya alınıvermiştir bir anda, artık beklediğin tek bir şey vardır: “O”. Ya hiç gelmeseydi diye paniğe kapıldığın, tanımadığın bir elin kalbini sıkıp bıraktığı anlar olur, yine de bilirsin aslında sen hep “O”nu beklemişsindir. Bir kendin vardır tam da kendinin içinde, bazen uzaklardan ağladığını duyduğun ama saçlarını okşayamadığın bir sen vardır çok derinlerde, işte fark ediverirsin, o gözyaşları kurur, gülümseme kaplar içini, o ses uzakta değildir artık, kulağına fısıldamaktadır: “Evet, “O”nu seviyorsun!”

Bazen anlar yaşanılası olur, saatler hiç geçmesin istersin, ya da ayların günleri dökülüversin takvimden, hasret bitsin istersin, mutluluktan akan gözyaşlarını “O” silsin istersin, aldığın her nefes “diğeri”nin nefesi olsun istersin, sevdiğini bilsin, hiç ölmesin istersin, kendini bulduğunu bildiğinde, kendine karışmak, “O”nunla daldığın gecelerin sabahına “O”na uyanmak istersin, “O”nu istersin çünkü sen “O”sundur artık, “O”nunsundur.

Geç kalmadan söylemek gerek ey sevgili, yarın çok geç olabilir, ölebilirim. Zaman durdu, saatlerimin tiktakları sadece gözlerinin açıp kapandığı anlar, uykum sana uyanmak için, gözlerim sadece gözlerinde, yüzüm yanıyor başkalarıyla göz göze gelince, “sen” varsın her kalp atışımda, doğdum evet bir mum alevine, sönmeyecek asla, “SENİ SEVİYORUM”…

21.10.07